BEN SEVDAMIZ
BEN SEVDAMIZ
Zehra Meral KONŞUK İVECAN
Ben, ben! Sonra yine ben! Bu "ben" in ne kadarında kendimiziz? Ne kadarı bize dayatma "ben’ler topluluğu?
İnsanoğlu yaratıldığı ilk andan itibaren varoluşsal sürecini sorgulamıştır ve her daim bunu yapmaya da devam edecektir. Bu soruları sorgulama sistematiğinden doğan felsefe ekolleri dahi oluşmuştur. Devam edecektir de çünkü bunun tek bir tanımı tek bir cevap hakkı yok.
Benlik duygusu bizim her hücremize yerleştirilmiş bir yaşam enerjisidir. Lakin pozitif ya da negatif fark etmez enerjinin yoğunluğu tehlikelidir. Bizi biz yapan, yapacak olan değerlerimizin hamuruna ekleyeceğimiz maya gibi miktarı doğru ayarlamamız gerekiyor. Az olması hamuru kabartmayacak, çok olması ise tadını bozacaktır.
Günümüz dünyası; modernizm, kapitalizm ve bilumum izm’lerle "ben"i abluka altına almış durumda. Öyle ki nasıl moda kılıfına uydurarak kıyafet dayatmalarıyla, birbirinin aynı insanlar yapmaya başladıysa; şimdi de birbirinin aynı hayatlar oluşturdular. Hayatlarının her anı onlara, zehri balla yutturan bir kur-nazlıkla, öğretiliyor. Kapitalist sistemde aklınıza gelebilecek her şeyin kılavuzları, kursları var. Siz yeter ki almak isteyin. Bir yandan tek tip insancıklar oluşturup bir yandan da “Bizim istediklerimizi yaparsan en özel, en güzel, en sıra dışı sen olacaksın” algısını dayatıyorlar. Fıtratında hazır bulunan benlik duygusu aşırı doyurulan insanlarsa, gitgide seri üretim robotlar gibi aynılaştığını görmezden gelerek, kendisinin prens veya prenses olduğunu düşünüyor. Ben denizinde yüzen bu insanlar kendi krallıklarını kurup diğer "ben"leri ezme sevdasında adalar arıyor sürekli. Tabi ufak(!) bir detayı kaçırıyorlar ki; diğerlerinin de tam olarak hedefi bu!
Doğduğu ilk andan itibaren evrenin merkezi o imiş gibi davranılan, mantıklı mantıksız her türlü isteği anında yerine getirilen, hiçbir sorumluluk verilmeyen ama hepi topu ona kadar saymayı öğrense kendisine Einstein muamelesi yapan ebeveynlere sahip ego şişkini bir neslin başka türlü davranması da sıra dışı bir durum olurdu. Sonuç olarak bu garip nesil; sesi çok kötü olsa da kendilerine şarkıcı (!) diyerek, başarısız olsa da resim sergileri açarak, internette kanallar oluşturarak ve sayamadığımız onlarca beceriksizlikleriyle ortaya düştüler.
Bu nesil sürekli böyle muamele gördüğü için de hani bir insana "40 gün deli dersen deli olur" hesabı kendilerini hakikaten kusursuz sanmaya başladılar. Kendinden başka kimseyi umursamayan, sevmeyen insanlar, ardılında kendisini de sevemeyeceğini bilemeden bir ömür geçiriyorlar. Bir tanıdığım bana kitap yazdığından bahsetmişti. Kitap okumayan biri olduğunu biliyordum ama yine de onu incitmekten çekinircesine " Ne güzel demek bir hayli okumaya başladın." dedim. Kendinden emin, söyleyecekleri sanki çok etkileyici bir edebiyat cümlesi olacakmış gibi "Hayır! Ben okumayı sevmem yazmayı severim" dedi. Gerçekten etkilendim; tabi onun zannettiği şekilde çok etkileyici bir cümle karşısında olduğumdan değil bu cümleyi göğsünü gere gere söyleyen birinin karşısında duyulan hüzünlü bir etkilenişti. Ego şişkinlerinin cehaletleri öylesine koyulaşmış ki bomboşlar ve herkesi kendilerine hayran zannettikleri için bunun farkında dahi değiller. Narkissos'un gölde kendini seyretmek için ormana koşması gibi kendilerini seyredecekleri mekânlar buluyorlar her daim. Aslında "kendilerini sevmek" zannettikleri her hareketleri biraz daha felaketleri oluyor. Kişilik bölünmesi yaşıyormuşçasına, önce derince bir av çukuru hazırlıyor; sonra gidip bile isteye o çukura düşüyorlar.
Oysa kendimizi sevmek bu değildi. Kendimizi sevmek Yunusça bir söylemdi. Yeryüzünde yaratılmış en muhteşem canlı olarak kendimizi sevmekti olay. Bize bahşedilen zekâyı kullanabilme nimetiyle; kürkü, pençesi, sivri dişleri, son sürat gidebilen bacakları, boynuzları olmayan bizler bunların tamamına sahip canlıları yönetebilmemize hayran olmalıydık. Bir işi başarabildiğimizde şükrü temel alan bir ben sevgisi duyumsamalıydık içimizde.
"Ben varım ve kimse yok!" değil "Ben herkesle varım!" olmalıydık. Kendimize olan saygımız bizi kötülük yapma tercihinden alıkoymalıydı. Çünkü kötülüğü kendine yakıştıran birinin "ben"ini sevdiğine hiçbir kuvvet inandıramaz beni. Hatırlayın Narkissos’un kendine olan saplantılı aşkı önce ona değer veren onu seven perinin ölümüne daha sonra da kendisinin acı sonuna sebep olur.
İnsan olma diyalektiği ile varoluşsal bir çaba gösteren bizim gibi onlarca insan olduğu gerçeğini, onların da; sevmek, sevilmek ve önemsenmek gibi temel ihtiyaçları olduğunu hatırlamamız gerekmiyor mu artık?
Hadi! Kendimizden başımızı kaldırıp etrafımıza bir bakalım yeter ki...