SEVGİ GÜNLÜKLERİ
SEVGİ GÜNLÜKLERİ
Zehra AKKAYA
Gene kanepeye uzanmışsın, her zamanki yerinde, her zamanki şeklinde yatarken uyuya kalmışın gene birazdan çocuk ağlayacak, sen gene uyanıp bana kızacaksın. Bunu düşününce endişelenmiyor da değilim aslında derin bir iç çekerek camdan dışarı bakıyorum. Karşıda görünen Erciyes dağı kış günü bana senden sıcak. Dağ orada duruyor, sanki orada değil ben nereye koyarsam orada. Nedendir bilmem, aramıza koymuşum. İlişkimizin tam ortasına, bir ilişkimiz var mıydı? Onu sormayı unutmuşum, sahi söyler misin var mıydı?
Bulaşığı yeni bitirdim. Çayda ocakta kaynamak üzere. Yanına mutlaka kurabiye olmalı. Benim sevdiğim şeyleri, mesela en sevdiğim yemeği tuzu tam ayarında, ya da sinirli olacağımı bildiği için maç günlerinde hiç konuşmayan, çekirdek çitlerken her yeri batırmama rağmen şikâyet etmeyen, hiçbir arzumu ikilet-meyen bu kadını; bir kere de ben anlayayım diye düşündün mü acaba? Bazen de beni dinlediğini düşünüyorum. Konuşurken bana bakmıyorsun. Biliyorsun ki dinlemiyorsun. Ben dinlediğini sanıyorum, daha sonra sorduğum hiçbir şeyi hatırlamıyorsun. Senin harcanacak zamanların, benimle ilgili değil, sen biliyorsun. Ben susuyorum.
Güzel günler de olmadı değil, bir keresinde hatırlıyorum, bir şeyler taşıyorduk da ben kaldıramayınca, bırak ben alırım demiştin. Çocuğumuz doğunca çiçek te getirdin. Daha sonra o çiçeği annenin aldığını öğrenmek bile üzmemişti beni. Hatırladığım pek az gülüşünden biriyle seni öyle görmek, her şeye rağmen güzeldi.
Kış gecelerinde, karabaşlı dikiş makinesinin demir ayağından çıkan, tak tak sesleri arasında hayallere uyurken, sevip de evlendiğim adamın bu kadar değişebileceğini kâbuslarımda bile göremezdim. Sanki dikilen her yeni kıyafete, nakkaş gibi ince ince hayalleri işlerdik. Müşteriler giderken çantalarında hayalleri de götürürler, bize tek düze sıradan hayatımızı yaşamak kalırdı. Bu yüzden olsa gerek, annesinin beni beğendiğini söylediği ilk görücüyle beni sevip sevmediğini merak etmeden evlendim.
Bol kahkahalı kadın günlerinde, kucağımda bebekle çocuğun çıkmasını beklediğim okul kapısında ya da düğünlerde, bayramlarda bahsedilen mutlu evlilik tablolarından, yazılan sevgi günlüklerinden, gerçekten mutlular mı yoksa onlarda bizim gibi sadece yaşayıp gidiyorlar mı diye düşünmekten yorulmuş, kulağımı bütün seslere tıkamış, beni duymasını istediğim tek insanda bana sağır olduğu için sessizlik evrenine hapsolmuş gibiyim. Kentin kalabalığına rağmen, içimde derin bir tenhayla yaşıyorum.
Hayatımdan çıkarttığım her şeye, kepaze yalnızlıklara, sığındığım kökboyası halı desenlerine beni kucaklamasını istediğim, demir somya altlarına, merdaneli makinede dönmekten rengi birbirine karışmış çamaşırlara, dönmek istiyorum geride bırakılmış tozlu kitaplık raflarına, duvarda asılı duran dantel Kur’an kabında yaşayabilirim, hayatım boyunca.
Neyse, çay kaynadı, öykü de devam etmeli…