FOTOĞRAFLARIN DEĞERİNİ ÇALAN KİM
FOTOĞRAFLARIN DEĞERİNİ ÇALAN KİM
Zehra Meral KONŞUK İVECAN
Okuldan eve döndüğümde kayınvalidem ve kayınpederimi albümler ve fotoğraf kutuları arasında onlara bakarken buldum. Anne baba-mın sevimli ve sımsıcak hallerini izlerken gözüm fotoğraflara kaydı. O an çok tuhaf hissettim ken-dimi. İki insanın sevgili halleri ve benim onların mutluluğunu fotoğraflarla ilişkilendirmem konu-yu bir dosya olarak önüme bırakıverdi.
Günümüzde fotoğraflar da tüketim çılgınlığının, modernizmin sivri dişleri arasında parçalanıp değersizleşen onlarca şeyden biri oldu. İnsanlar gerekli gereksiz her şeyi her anı çeker oldu. Kurduğu sofrayı, yaptığı yemeği, gördüğü gariplikleri, sabah kalkışını, akşam yatışını, çoluğunu çocuğunu, ıdısını dıdısını her ama her şeyi fotoğraflıyor artık.
Evlerde, sokaklarda, alışveriş merkezlerinde sürekli normal ya da sıra dışı pozlar veren insanlarla karşılaşıyoruz. Bayram şekeri tutar gibi "Bir öz çekim almaz mıyız?" modunda hayatlar yaşıyoruz. Ve her şey gibi fotoğraflar da değerlerini hızla yitiriyor. Yitirdikçe de anlamsızlaşıyor. Eskiden; çok eskimemiş zamanlardan bahsedeceğim yani 50-60 yıl öncelerini düşünmeyin. Hemen elinizi uzatsanız yakalayıverecekmiş kadar geride kalabilmiş vakitlerden dem vuralım. Fotoğraflar o zamanlar ne kıymetli şeylerdi. En önemli anlar seçilirdi fotoğraflanmak için. Hayatın geri kalan zamanlarını ise insanlar gönüllerince yaşardı. Her an, izinli-izinsiz, fotoğraflanabileceği bir gerginlikle değil. Fotoğraflar özel anların davetlisi olarak aramıza katılır, sonrasında önem verdiğimiz diğer birçok eşyamız gibi kutulanır veya albümlerde saklanırdı.
Fotoğraf çektirmek bile ayrı bir önem arz ederdi. Süslenilir, ne güzel kıyafetler giyilir, üstünüze başınıza çekidüzen verilir ve fotoğraf çektirmeye ne kadar hazırlansanız da tam hazır olduğunuz duygusunu heyecandan yarım yaşardınız. Fotoğrafçılara gider stüdyolarda pozlar verirdiniz ailecek. Fotoğrafçı önce en uygun pozu verdirmek için dakikalarca uğraşır hiç hareket etmeyin diye defalarca uyarır sonra flaşı patlatırdı. Göz kırpmamak için kendi kendinize söz verseniz de nafile; o güçlü ışıkta gel de göz kırpma! Sonra bir panik "Acaba gözü kapalı mı çıktım, göz bebeklerim kırmızı mı göründü?" kaygısı, bir iki gün sonra çıkacak fotoğrafı elinize alana kadar devam ederdi. Hatta fotoğraflara verilen ehemmiyetin boyutunu algılamanız adına bir örnek daha veriyim; kendimizi çirkin bulduğumuz bir fotoğrafı günümüzdeki gibi hemen silemezdik o zamanlar. Özenle, kendimizin ya da sevmediğimiz diğer kişinin kafasını oyarak fotoğraftan çıkarır ama onları tamamen yok etmeye kıyamazdık.
Şimdilerde daha kıymetli olduğunu iddia edenler de yok değil. Çünkü hemencecik çekip anında görebiliyor ve uzaktakilerle de paylaşabiliyor, özleminizi biraz olsun giderebiliyorsunuz. Uzaktaki yakınlarınızla hasret giderme kısmına şerh koyarak diğer kısımlarını reddediyorum. O maddede dahi uzaktaki yakınların sizli fotolardaki yiyemeyeceği yemeklerin veya içemeyecekleri kahve ve çayların fotoğraflarının neresine içleri cız etmeden bakacaklarını da merak ediyorum doğrusu.
Sonuçta fotoğraflar çoğalıyor, çoğalıyor, çoğalıyor. Click, çat, çıt sesleri her salise, her cepheden duyuluyor. Çoğaldıkça değersizleşiyor. Çünkü çekerken çok önemsediğiniz o an, telefon hafızanız dolunca "Aa bunu da mı çekmişim yahu" şaşkınlığıyla sil tuşuna kurban veriliyor.
İşte kapitalizmin ve her şeyi öğüten tü-ketim toplumunun elleri evimizin içine kadar sokulup kayınvalide ve kayınpederimin fotoğra-flara bakarkenki çocuksu neşelerini parçalamaya bir adım uzakta. Bunu yaparken bilinçli bir kötülükle yapıyor demiyorum aksine belki farkında bile değil. Tek istediği, bedeli ne olursa olsun vermekten çekinmediği, daha fazla para. İşte bu yüzden bizi mutlu eden kaç değeri yok ettiğinin sanırım farkında değil. Yapıyor, her yaptığıyla önemli bir anıyı daha yok ediyor ve bunu umursamadan yoluna devam ediyor.
Hepsi bu kadar işte!