MUHSİN İLYAS SUBAŞI
MUHSİN İLYAS SUBAŞI:
“TÜRK EDEBİYATINI BESLEYEN ANA DAMAR YEREL EDEBİYATTIR. Yerel edebi hareketliliğin güncel edebiyatla ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Bu konuda acemi kalemlere önerilerinizi neler olabilir? Türk Edebiyatını besleyen ana damar yerel edebiyattır. Çünkü yerelin kazanç hanesinde ‘para’ dediğimiz o putun cazibesi yoktur. Edebiyatın rant sayfalarında yer almazlar. Yereldeki şair ve yazarlar hep hasbi bakarlar edebiyata, hesabi değil. Edebiyat tarihine de bakarsanız, geçmişte yerel kalemlerin kendilerini Anadolu irfanından besleyerek genel edebiyat içerisinde yer aldıklarını görürsünüz. “Acemi Kalemler”e gelince, ben şahsen ilk sayınızdaki intibaımdan hareket ederek söylüyorum bunu: Pek de acemi görmüyorum sizi. Edebiyatta tevazuun sınırı bellidir. Onu aştığınız zaman mezellete dönüşür. Bu bakımdan, ismen mütevazı olsanız da, eserlerinizle iddialısınız gibi geldi bana. Sanırım Türkiye Yazarlar Birliği’nin Yazar Okulu ve Selim Tunçbilek size çok şeyler kazandırdı. Çünkü siz çırak değil kalfa olarak baş-ladınız bu işe. Bence takdir edilen, daha doğrusu gelecek açısından güven veren tarafınız da burasıdır. Umarım, işin içine enaniyet girip sizi parçalamasın. Tahrikler olabilir, onlara kapılmadan birbirinize merdiven olursanız iyi yerlere gelirsi-niz. Ben bu umudu taşıyarak sizi kutluyor ve başarılı olmanızı diliyorum.
Eserlerinizden bakınca geldiğiniz yeri ve edebi konumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Edebiyatta her zaman aktif olmak insanı ayakta tutar. Bu alan öylesine bir yapıya sahip ki, kendi gündeminizi kendiniz oluşturmadıkça yol alanız mümkün değildir. Bakın gelecekte çok örneklerini görecekseniz: Herhangi biriniz, bir ya da biraz eser yayınlayıp biraz öne çıktığınızda arkadaşlarınızdan bazıları merdiven olmayacak, bu defa prangaya dönüşeceklerdir. Bu biraz fıtratın, biraz da onu kontrole alamayan hırsın gereğidir. Edebiyatçı başkalarıyla değil, kendisiyle yarışırsa, ‘ben bugün düne göre neredeyim’ diyebilirse ileri gider. ‘Geldiğiniz yeri’ meselesine gelince, geldiğim yeri pek yeterli bulmuyorum. Edebiyat bir çevre işidir. Anadolu’da böyle bir çevre oluşturmak çok zordur. İnsanlar kendilerinden başkasını görmüyor. Bakınız, bu şehirde üniversite kurulması için geçmişte çok yazılar yazdım. Üniversite kuruldu, Edebiyat Fa-kültesi de açıldı. Buradaki hocaların çoğu da şahsi dostluğa dayanan yakınlığımız olmasına rağmen, benim hakkımda, sağ olsun; Bekir Oğuzbaşaran’ın dışında, kimse bir mezuniyet tezi bile vermedi. Hiçbirisi eserlerim hakkında bir yazı bile yazmadı. Atatürk Üniversitesi’nden şahsen tanışıklığımız bile olmayan bir hocamız, sağ olsunlar: Prof. Dr. Erdoğan Erbay, öğrencisi Esra Kürüm aracılığıyla bizi Doktora Tezi’nde değerlendirdi. Buradaki dostlarımızdan herhangi birisi bile öğrencilerine kitaplarımızdan tavsiye etmediler. Edebiyatımızın konumunu da bu cevabın içerisinde bulabilirsiniz herhalde.
Ülkemizdeki okur durumunu özellikle edebiyat dergileri bağlamında nasıl görüyorsunuz? Asalet okurun yitik malı halini mi aldı?
Bu işin asaleti bile kalmadı. Türk insanı okumayan diplomalılar sürüsüne dönüşmek üzere. Kültür Bakanlığının yaptığı değerlendirmelere göre, ‘Türkiye’de insanımız, günde 6 saatini televizyona, 3 saatini internete, bir dakikasını, evet yanlış değil, sadece bir dakikasını da okumaya ayırıyor.’ Biz böyle bir avuç yüreğin içinde yer alıyoruz. Edebiyat dergilerine gelince, üç-beş önemli dergiyi bu anlayışın dışında tutarsak herkes kendi kompartımanında, kendine paralel çalışma yapanlara bakıyor. Dondurulmuş bir kalıplaşma, daha açığı bir klikleşme var. Cemaat kültürü açısından ba-karsak, sağı da, solu da kendi cemaatine hitap ediyor. Yazan da, yayınlayan da, alan da bu dar çemberin içinde dönüp duruyor.
Hocam siz birçok alanda eser vermiş bir değerli ka-lemsiniz. Eserlerinizi önem sırasına korsanız sizin açınızdan gelecekte nasıl anılmayı istersiniz.
Bu işe şiirle başladım, hala şiir yazıp yayınlamaya da devam ediyorum. Ancak, ülkemin kültür de-ğerleriyle de yakından ilgiliyim. Eserlerimin dörtte üçü de kültür alanındadır. Bu bakımdan kendime keyfiyet gömleği biçmek biraz erken ve hatta biraz da ukalalık olur. En büyük hakem zamandır. Gelecek kuşaklara bırakacağımız kültür mirası bizim nasıl anılmamız gerektiğini gösterir herhalde?
Hocam son zamanlarda neredeyse bir derlenip toparlanma çalışmalarına tanık oluyoruz sizde. Tüm yazılarınızı kitaplaştırdınız ve beş yeni kitap çıktı. Bu telaş neden, okuru bir yolculuğa mı hazırlıyorsunuz?
50 yılı aşkın bir edebiyat hayatı içerisindeki malzememi toplayıp kendi bohçamı bir yerlere koya-bilmek için olmasa bile, bizimle ilgili çalışmalar yapanlar, gelecekte malzeme bulmakta zorluk çekebilirler, onlar için derli toplu bir emanet olsun diye düşündüm. Bu benim fikri mirasımdır. Bakın, benimle ilgili beş değişik üniversitede mezuniyet, bir de doktora tezi yapıldı. Hemen hepsinin temel sıkıntısı yazdıklarımı arayıp bulabilmekte düğümlendi. Ben kendilerine ne kadar malzeme gönderebildimse o kadarıyla yetindiler. Bizim üniversitelerimiz bu işe, öğrenci daha ilk sınıfındayken yönlendirilmiyor, mezun olacağı yılda konu verildiği için tanımadığı, bilmediği bir adamın malzemesini bulmakta problem yaşıyorlar. Hiç olmazsa onu ortadan kaldırayım istedim. Gezdiğim, şiir ve edebiyat programlarına katıldığım hatıralarımı “Gezi Notları” adıyla, Konuşmalarım oldukça fazladır, benimle yapılan mülakatları, “İnandığım Gibi” adıyla, Konferans ve tebliğlerimi “Aydınlığa Çağı” adıyla, Necip Fazıl hakkında yazdıklarımı, “Oğuzun Altın Sesi” adıyla ve roman konusundaki düşüncelerimi de “Roman Üzerine Notlar” adıyla kitaplaştırdım. Bu konu söylediğiniz beş eserle sınırlı kalmayacak, Arkasından hakkımda yazılanları da “Böyle Gördüler” adıyla neşredeceğim. Ki, önemlisi de bunlardır. Çünkü bu elli yıl içerisinde kimler size hangi cephen baktılar. ‘Dün onlar ne söyledi, bugün ben ne söyleyebilirim?’ diyecek insanlar için bu önemli bir hareket noktası olacaktır sanırım.
Bu anlattıklarınıza ilave edecekleriniz olabilir mi?
Aslında sizlerle saatlerce konuşsak söz bitmez. Çünkü çok dertliyiz. Bakınız, toplum da korkunç bir kültürel erozyon var. Batılı artistlerin çıkartma resimlerini toplayan çocuklarımız, Yunus’u bilmi-yor, Baki’yi, Sinan’ı, Akif’i, Karacaoğlan’ı bilmiyor. Batılı firmalardan, şehirlerin hatta sloganlaştırıl-mış sözlerinin basılı tişörtlerini giyen insanımızın kendi değerlerinden haberi yok. Caddelere bakın, bize ihanet eden ülkelerin mallarının reklamından geçilmiyor. Bunlar okumadığımız için ortaya çıkan duyarsızlığımızın sonucudur. Gençlerimiz hedonist bir karaktere doğru sürükleniyor, ‘haz ahlakı’, hızlı bir şekilde yoz kültürü besliyor. Liberal bir topluma dönüştürülüyoruz. Bunlar çözümünü bulamadığımız meseleler değil. Edebiyatçılar, ‘edebiyat için edebiyat’, hani eskilerin deyimiyle, ‘sanat için sanat’ değil de ülkemiz ve insanımız için edebiyat ve sanat yapabilirse, bunun önüne geçebiliriz. Değilse, bu fırtına hepimizi bir kuytu çukura hapsedecektir. Sizlere özel olarak söyleyeceğim tek şey; mutlaka çok okuyun, çok okuyun. Evvela kendi değerlerimizi, kendi yazarlarımızın eserlerini, arkasından Batılı önemli isimlerin eserlerini okuyun. Divan Edebiyatı’nı, anlamaya çalışın, Halk Edebiyatını iyi kavrayın. Günümüz edebiyatında temayüz etmiş isimlerin eserlerini mutlaka okuyun. Gelenekten beslenin, ancak o çizgide kalmayın. Bilgi olmadan bu iş yürümez. Hayal ve heyecan günü gelir, çölde su bulamamış dikene dönüşür, hafif rüzgârda da savrulup gider. Edebiyat mezarlığında böyle binlerce isim var. Onlardan birisi de siz olmayın. Edebiyat, ideal ve gayrete dayanır. Onu da kültür besler. Bizim geçmişe dayalı çok zengin kültür birikimimiz var. Günümüzün şairleri eski Türk şiiri örneklerinden başlayarak Ahmet Yesevî’den itibaren temayüz etmiş şairlerimizi yakından tanırlarsa çok şey kazanırlar. İlginize teşekkürler efendim.
Sıcak sohbet için biz teşekkür ederiz Efendim.